Aylardır yaşadığımız ev hapsinden olmalı nasıl bir ruh haline büründüysem bayramın ikinci günü olmasına rağmen erkenden yatıp sabah da erkenden kalkmak aklımın ucundan bile geçmedi. Zaten uyumalar da bölük pörçük, 5-6 saat oturup 1-2 saat uyuyorum. Yemek de öyle. Bazen durduk yere bir şeyler yiyorum, bazen de bir bakıyorum koca gün bir şey yememişim. Yani bazen az yakar çok kaçar Fransız Renosu, bazen bilek gibi benzin içen Amerikan Pontiac gibiyim..
Düzenli uyu, az ye, evde kal ama hareketli ol, evden çıkma ama bol temiz hava al, moralini yüksek tut gibi asla uygulanamayacak deli saçmalıklarını duydukça da sinirlenip sosyal medyaya sarıyorum. E tabii olan bitenleri okudukça daha çok sinirlenip bir şeyler yiyorum. Nereye baksan bir provokasyon, kime baksan cahil cesaretiyle yazılmış imlası bozuk yorumlar.. Bir de ''algı yaratıyorsun!'' diye bir söylem türedi ki sormayın gitsin. Bunu dedikleri kişiye bakıyorum 5 takipçisi var, insancağız oturmuş düşüncesini yazmış yahu ne algısı? Algı yaratıyorsun diyerek algı yaratma peşinde bir sürü sersem.. Ye babam ye!..
Sağolsun benim takipçilerim de Retweet etme konusunda öyle bonkörler ki, nereye baksam bu saçma twitler burnuma burnuma giriyor. Derler ya; keçinin sevmediği ot misali...
Söyle n'olur, düzelecek miyim doktor?..
* * *
Bu sabah yine öyle karışık bir kafada ajansları süzerken ekranıma düşen bir Temel Karamollaoğlu tespiti vardı. Şöyle demiş; 'Alimle cahil arasında bir ayrım yapmaması, demokrasinin dezavantajı'' ... Vallahi doğru!
Hatta benden de bir ilave olsun Temel abimize; ''Demokrasiler halkın yüzde 51'inin, geriye kalan 49'u çöpe attığı bir sistem olmamalıdır.''
Biliyorum şimdi benden bu cümlemi açmamı bekleyeceksiniz.. Yok, açmayacağım. Bunu ayrı bir yazı konusu yapalım yoksa uzar ve sıkar. Şimdi mesele başka, mesele Aysun Kayacı.. Hani demişti ya ''Dağdaki profesör ile şehirdeki magandanın oyu?...'' Yok böyle değildi, buna benzer bir şeydi işte hatırlarsınız...
Bazen yolda belde eski bir tanıdıkla karşılaşıp geçen bunca zamanda kendini yetiştirmek, bilgi, beceri, tecrübe, feraset sahibi olmak yerine ilk insana dönüşmüş olanlar için hep derim; ''Bunun oyu ile senin oyun bir oğlum, saygılı ol!'' Hemen kendime çeki düzen verip, daha bir ilgiyle dinlemeye başlarım sevgili kardeşlerimi. Hiçbir şeyimiz bir olmasa da oyumuz bir, daha ne olsun? Yani en kutsalımız filan olan şey işte. Hani her seçim öncesi pazarda, kahvede, maçta, umumi helada aniden karşımızda peydah olup elimizi kolumuzu değme eskrimcilere taş çıkartacak çeviklikle yakalayan, dudağıyla yanağımız arasındaki mesafeyi ne yapsan öpme mesafesinden kurtaramadığımız, her daim sırıtan, tavırlarıyla kendisini bunca zaman hiç görmediğin kardeşin zannettiren ama sandık çıkışı el hareketlerinle tarifeli uçakları yere indirsen görmezden gelen, lacivert takım elbiseli eriyik tiplerden hangisi başımıza geçsin diye mühür basıp sandığa attığımız şey oy dediğim...
Eh, Temel abimiz o kadar tespit yapmış. Bir Türk olarak bunu yorumsuz bırakmak bize yakışmaz dedim, sıvadım kolları.. Yıllar önce yaptığım bir öneriyi cevap olarak onun twitinin alnı kabağına yapıştırdım!
Önerim şöyle:
Oyların eğitim durumuna göre çarpanları olmalı, örneğin:
Diploması olmayanlar: 1
İlköğretim mezunları: 2
Lise mezunları: 3
Yüksek okul mezunları: 4
İhtisas mezunları: 5
Doçentler: 7
Profesörlerin oyları ise 10 ile çarpılmalı.
Uygulanması zor değil ve gayet adil, ama işlerine gelir mi bilemem diyerek de kapağı kapattım..
Gelen yorumlara ilk başta epeyce güldüm. Birisi demiş ki ''Benim oyum ile Burhan Kuzu'nun oyu bir mi?'' vallahi sen de haklısın kardeşim ne diyeyim..
Ama baktım ki devam eden yorumlarda hep Burhan Kuzu var! Herkes onu örnek gösteriyor ve önerdiğim sistemi eleştiriyor.
Düşünsenize, Sn Burhan Kuzu bir anayasa profesörü ama yorumlarda kimse onu kendisine eşdeğer bulmuyor.
Ne kadar acı değil mi?
Neresini yazayım bu meselenin bilmiyorum ama bu ve benzerindeki isimler bunca insanın bu şekilde düşünmesine sebep oluyorsa sanırım oturup bazı şeyleri ''Ben ne yaptım'' diyerek düşünmeliler..
Yanlış anlaşılmasın, onların düştüğü bu duruma üzüldüğümden değil, okuyup ilgi duyduğu alanda ihtisasını akademik kariyerlerin en üst basamağıma taşıma hevesiyle yüreği çarpan gençlerimizin bu yorumları okudukça yıkılan hayallerine üzülüyorum.
Sözcü Gazetesi'nin ödüllü eğitim editörü, kendisini de bizzat tanıma şansı bulmaktan onur duyduğun sevgili Sultan Uçar'ın dediği gibi; demek ki neymiş? Bölümünde tek başına okuyan sınıf arkadaşsız üniversitelilerle, Harran-Gaziantep karayolu üzerine güzel sanatlar fakültesi açmakla işler yürümüyormuş...
Sevgilerimle...
Yazdır
Önceki sayfa
Sayfa başına git
|
Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |