Hafızalarımızı biraz yoklayalım. 2010 yılında Tunuslu seyyar satıcı Muhammet Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlayan Arap baharı diğer ülkelere yayılmış, bazı rejimlerin değişmesiyle devam etmişti.
Mısır'da Hüsnü Mübarek'in istifasıyla boşalan koltuğa Sisi oturmuştu. Libya’da Kaddafi’nin cesedi vahşi bir hayvan gibi günlerce lanet okumak için bir binada bekletilmişti. Gösterilerin Suriye’deki bölümü 15 Mart 2011 tarihinde başladı. Sonrasında batılı devletlerin Esat’ın devrilmesi hevesiyle iç savaşa dönüşen süreç, 2016 yılına kadar sürdü. Bu tarihten itibaren muhaliflere desteğini çeken Batı, Türkiye’yi hem Suriye hem de mültecilerle baş başa bıraktı. Size para verelim denilerek, eğitim düzeyi yüksek olanları aldılar, gerisini bize bırakmayı tercih ettiler. Türkiye bu mülteciler için büyük paralar harcarken, Batı verdiği sözü dahi tutmaktan acizdi. Rusya’nın giderek denklemde gücünü sahaya yansıtmasıyla Esat, kaybedilen toprakları geri almaya başladı. Varılan mutabakat metinleri hiçe sayıldı. Gelinen noktada İdlib’de kördüğüm haline gelmiş bir karmaşayla karşı karşıyayız. Bu süre içinde mülteciler en çok Türkiye’yi zor durumda bırakıyor.
Türkiye’nin gitmek isteyen mülteciler konusunda aldığı karar sonrası oluşan iklim, Avrupa için yüz karası bir durum haline geldi. Engellememe kararı aslında, dünyanın yüzüne tutulan bir aynadır. AB değerlerinin ne işe yaradığını, kimin için dikkate alındığını görmüş olduk.
Sadece Suriyeli mültecilerin Avrupa yolunda olmadıklarını biliyoruz. Hatta, gitmek isteyenlerin çoğunluğunun Afganistan uyruklu mülteciler olduğu ifade ediliyor. Iraklılar var. Başka ülkelerden gelenler var. Dünyanın bu tarafında işlerin yolunda olmadığı bir sürü yer var. Bu coğrafyada olan biten fenalıkların üzerinde kimlerin parmak izleri var? Bunlar bilinirse, Türkiye için durum daha net bir şekil alır. Yakın gelecekte başka hangi ülkelerin karıştırılacağını bilmiyoruz. Fakat ilginin nerelerde yoğunlaştığını kestirmek zor değil. Oluşturulacak yeni istikrarsızlık alanlarından en çok hangi ülkelerin etkileneceğini tahmin edebiliyoruz. Yani mesele sadece bugün uğraştığımız Suriye veya Suriyeli göçmen konusuyla sınırlı değil. Göçmen konusunun son derece dikkatli analiz edilmesi gerekiyor. Büyük değişimleri beraberlerinde getirdikleri ortada. Tarihteki büyük göçlerin devasa değişimleri nasıl tetiklediğini hatırlayalım. Bu anlamda Türkiye’nin konumu göz önünde bulundurulursa, risklerin seviyesi anlaşılır.
Ülkemiz özelinde, üzerimizde bu güne kadar denenen senaryolar başarısız oldu. Orta ve uzun vadede mülteciler konusunun çok önemsenmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum. Türkiye’yi bölme planlarında, yeni fay hatları oluşturulurken göçmenlerin durumu dikkatlerden kaçmamalıdır. İktidarıyla, muhalefetiyle tüm aktörlerin ülkenin bekası ortak noktasında buluşması çok önemli. Bu bakımdan topluma verilecek mesajların, ortak vatan perspektifi ile değerlendirilmesi, hassasiyetle ifade edilmesi gerekiyor.
Evine misafir gelen Anadolu insanı, en güzel yiyecekleri, en rahat döşeği misafirlerine sunar. Bu anlamda bu güne kadar toplumun ortaya koyduğu mülteci tavrı son derece kıymetlidir. Aslında bir göçmen ülkesi durumunda olan Türkiye, geçmişinde bu hareketleri deneyimledi. Ancak tek seferde dört milyonun büyük oranda sorunsuz kabullenilmesi taktirle karşılanmalıdır. Buradan hareketle, en doğru çözümün dünyanın desteğiyle mültecilerin istikrara kavuşturulacak ülkelerine geri dönüşü olduğu açıktır.
Yazdır
Önceki sayfa
Sayfa başına git
|
Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |